Tuesday, October 28, 2008

Play for Today

bu isimde çok sevdiğim bir The Cure şarkısının olmasının yanısıra bi de ingiliş dizisi var. hulan hangi ingiliz yönetmenin filmografisine baksam illa bu dizi var. maşalla hepsi yönetmiş birer ikişer bölüm. merak ettim. ingiliş olsak muhakkak tvde izlemiş olurduk heralde.

Sunday, October 19, 2008

kendimi kontrol edemiyorum

benzetiyorum.


amy adams---------------------isla fisher


zach braff---------------------------dax shepard


juliet stevenson------------------frances mcdormand



justin long---------------tim allen


vincent d'onofrio------------vince vaughn

Günün Tespiti



Şimdiye kadar 3 tane Wong Kar-Wai filmi izledim ve üçünü de izledikten sonra çok acıktım. Chungking Express, In the Mood For Love ve My Blueberry Nights. Üçünde de insanlar sürekli bişeyler yiyolar, genellikle de film boyunca aynı şeyi yiyorlar. Tespitim şu: Bence Wong Kar-Wai filmlerinde yemeğin çok önemli bir rolü var. Chungking Express'te sürekli "Şefin Salatası", In the Mood for Love'da erişte ve My Blueberry Nights'ta da "blueberry pie" yiyorlardı. Şimdi bile acıktım bak.

Saturday, October 18, 2008

Fright Night (Komşum Bir Vampir)



Ben vampirleri, F.W. Murnau, Werner Herzog ya da Coppola filmlerinden ya da Bram Stoker'ın kitabından tanımadım. Benim ilk tanıdığım vampir, küçükken izlediğim, Star TV'de "Komşum Bir Vampir" adıyla yayınlanan ahan da bu 1985 yapımı film Fright Night'ta oynayan 80'ler tarzı iğrenç kazaklar giyen, kırmızı atkı takan ve Chris Sarandon'ın canlandırdığı Jerry Dandrige karakteridir.



Vampirler hakkında bildiğim herşeyi bu filmden öğrendim. Davet edilmedikleri sürece bir eve giremeyeceklerini, defedilmeleri için haç, sarmısak ya da kutsal su gerektiğini ancak bunları kullanmak için işe yarayacaklarına inanmak gerektiğini, vampirlerin aynada yansımaları olmadığını, onları öldürmek için gerekli iki şeyi, yani kalplerine tahta bir kazık saplamak ya da güneş ışığına maruz kalmalarını sağlamak falan filan...
Uzun bir süre bu kadar karizmatik bu kadar vampir ve bu kadar Chris Sarandon bir komşumuz olsa tereddüt etmeden boynumu ısırmasına izin vereceğimi düşünmüştüm o zamanlar. İnsan zamanla beklentilerini düşürmeyi öğreniyor. Chris Sarandon olmasa da olur, vampir de olmasın tamam karizmatik te olmasın...

Dün akşam bu filmi yeniden izledim. Chris Sarandon'ı çirkin, oyunculukları abartılı ve kötü, olayların gidişatını saçma buldum. Ama herşeye rağmen çok 80'ler ve çok eğlenceli.

Thursday, October 16, 2008

Mark Ruffalo



bu aralar mark ruffalo'yu beğenmek istiyorum. sevimli biri. sakin, kendinden emin, mütevazi bir tavrı ve mırıl mırıl, peltek bir konuşması var. rol yapmak için fazla bir çaba sarfetmiyor sanki. öylece duruyor, ufak bikaç hareket. insana güven veriyor.

aptal bir hikayecik

Çok eski zamanlarda isminin baş harfinin küçük söylenmesini isteyen bir kız varmış. Soğuk bir kış günü doğmuş. Ailesi, başlarına gelen çok üzücü bir olayın ertesinde onu dünyaya getirmeye karar vermiş. Böylece yaşadıklarını unutabileceklerini ve onun çocuk kahkahalarıyla neşelenebileceklerini düşünmüşler. Gelgör ki küçük kız öyle çok ta neşeli bir şey değilmiş hatta biraz mızmız olduğu bile söylenebilirmiş. Ancak tuhaf bir şey olmuş. Birdenbire değil zamanla… Dünyaya getirilişindeki bu “neşe kaynağı olma” amacı yavaş yavaş kızın bilincaltına yerleşmiş ve bir tür görev bilincine dönüşmüş. Ama bu mızmız kızın insanları neşelendirecek enerjisi yokmuş ki. O da elinden gelen tek şeyi yapmış: itaatkar olmuş ve hiç kimseyi kırmamış. Sonra biraz daha ileriye gitmiş ve ters giden her şey için kendi kendini suçlamaya başlamış ve üzerinde bir tür lanet olduğuna inanmış. İşte böylece bütün enerjisi bitmiş ve bir daha hiç evinden çıkmamış.

Sunday, October 12, 2008

müziği kalbinin içinin derinliklerinde hisset


august rush izlemeye karar verdim bu gece. 

bu tip filmleri kimler yazıyor? artik insanin yazdigindan kuskulaniyorum. bilgisayar yaziyor olmali otomatik. yüklüyolar bilgisayarın veri tabanına eski tutmuş filmleri, bilgisayar şöyle ortalama seyircinin hoşuna gidecek bir formül üretiyor, sen türünü belirliyosun, melodram, birazcık peri masalı, ögeleri giriyosun arayüze, evsiz çocuklar, müziğin sihri, kavuşamayan iki aşık, robin williams, ugh. adamin One Hour Photo filmindeki rolü o kadar gerçekci geldi ki bir daha çocuk filminde görmeye dayanamiyorum. asabiyim. amerikan peri masalı melodramları artık burama geldi. kimse bana masal anlatmasın. ben masalsız büyüdüm. yatıyorum ben. iyi geceler öpsün sizi yedi cüceler.

jared leto Şişko: Chapter 27

red leto'nun şişman halini izlemek istiyoruz çok sempatik görünüyor. requiemden sonra bir daha gözüme görükme demiştim zaten dandik bir grubu ve garip vücut kasları var.

ooh mis. erkek dediğin böyle göbekli şişman olur. elinde plak, kitap taşır ve mümkünse john lennon'ı öldürür. 

lindsay lohan bile sevimli gözüküyor filmde.


hatırlatmak için biraz da eski çirkin fotoğraflarını koyalım.


kaslı erkeklere hayır. 

Amerikan Komedi Piyasası

Irk, din, milliyet filan gibi konularda ayrımcılık yapan biri gibi görünmeyi hiç istemem. Hatta milliyetçi görünmek hayatta istediğim en son şey. Ama bir tespitim var ve söylemeden edemiycem. Amerika'dan çıkmış, ünlü olmuş ve bu şöhreti ziyadesiylen hak etmiş komedyenlerin çoğunun Yahudi olduklarını fark etmiş miydiniz? Aşağıda Yahudi kökenli olduklarını bildiğim komedyenlerin bir listesi var:
Jerry Lewis, Gene Wilder, Woody Allen, Harold Ramis, Andy Kaufman, Christopher Guest, Billy Crystal, Albert Brooks, Jerry Seinfeld, Ben Stiller, Rob Schneider, Adam Sandler, Jack Black (ana tarafından), Zach Braff, Judd Apatow, Seth Rogen, Jonah Hill.

Eminim unuttuğum ya da tanımadığım daha pek çok isim vardır. Bu insanların iyi komedi yapabilmeleri ve dinleri arasındaki bağlantıyı ( kaldı ki böyle bir bağlantı varsa bile) açıklayacak bilgiye sahip değilim açıkçası. Benimkisi yalnızca bir tespit.

Neyse bu konuyu geçiyorum. Bahsetmek istediğim bişiy daha var. Son 3-4 yıldır izlediğimiz iyi ama gerçekten iyi olan komedi filmlerinin hepsinin arkasında aynı isim var: Judd Apatow. Adam bi kere Freaks and Geeks dizisinin yaratıcılarından. "The 40 Year Old Virgin" ve "Knocked Up"ın yönetmeni ve de yazarı ayrıca "The Cable Guy"ın yapımcısı, "Fun with Dick and Jane"in senaryo yazarı, "Superbad", "Walk Hard: The Dewey Cox Story", "Drillbit Taylor", "Forgetting Sarah Marshall", "You Don't Mess with The Zohan", "Step Brothers", "Pineapple Express"'in yapımcısı, bunlardan Dewey Cox, Zohan ve Pineapple Express'in aynı zamanda yazarı. Steve Carrell, Will Ferrel, Jim Carrey, Adam Sandler gibi kendini kanıtlamış komedyenlerle çalışıyor olmasının yanı sıra, komedi dünyasını yeni ve gelecek vaadeden isimlerle tanıştırıyor. Bunlardan bi tanesi Seth Rogen. Knocked Up'ın baş rol oyuncusu, Superbad ve Drillbit Taylor'ın yazarlarından ayrıca bütün Apatow filmlerine kıyısından köşesinden bir şekilde bulaşıyor. Ondan sonracığıma Jason Segel var. Aslında kendisini önceden "How I Met Your Mother" dizisinden tanıyorduk ama asıl önemli çıkışını, yazdığı ve başrolünde oynadığı "Forgetting Sarah Marshall" ilen yaptı. Bu arada Jason Segel de Yahudi asıllı. Son olarak bir de Jonah Hill var. Bu adam da Apatow'un bütün filmlerinde ve abartmış olur muyum bilmiyorum ama son 4 yıldır izlediğim bütün komedi filmlerinde oynamış.
Knocked Up, Forgetting Sarah Marshall gibi filmlerde bildiğimiz romantik komedi konularını alıp bööle erkek bakış açısından anlatıyorlar ve böylece sanki (daha önce izlemiş olduğumuz romantik komedilerden) hem bildiğimiz hem de hiç bilmediğimiz komik durumlar çıkıyor ortaya. Freaks and Geeks, Superbad, Drillbit Taylor gibi filmler de başrollerinde ezik karakterlerin olduğu 80'lerdeki John Hughes filmlerinin (The Breakfast Club, Pretty in Pink) 2000'lerdeki karşılığı gibi bişiy.
Off sıkıldım yazmaktan, işte durum böyle. İyi ki ortaya çıkmış bu Judd Apatow ve tayfası diyorum da başka bişey demiyorum.

Bir de son olarak Apatow'un filmlerinde oynayan şu 3 insan sanki aynı insanın üç farklı zaman dilimindeki hali ama aynı zaman diliminde var olmuşlar gibi saçma bişiy.

Troy Gentile


Jonah Hill


Seth Rogen

Thursday, October 9, 2008

Ordan Burdan


Bugün Guillermo Del Toro'nun doğumgünüymüş. Bi keresinde Total Film dergisinde yapılan bir röportajını okumuştum. Sorulan bir soruya o kadar tatlı cevap vermişti ki, hemen gidip Hellboy'u izleyesim geldi. Sonra 10 dakika içinde geçti bu isteğim. Ama söylediği şey gerçekten güzeldi.
Röportajda Guillermo Del Toro'nun sürekli canavarlı , yaratıklı filmler çekmesinden filan bahsediliyordu, O'nun söylediği şey de şöyle: "But as an adult I identify with them because I think they also represent the fact that I believe our defects are what make us special, not our qualities." türkçesi; "Bir yetişkin olarak kendimi canavarlarla özdeşleştirebilmemin nedeni, bizi özel yapan şeyin meziyetlerimiz değil kusurlarımız olduğuna inanmamdır." O yüzden mükemmel insanların anlatıldığı yapmacık filmlere gıcık oluyorum. Onların yerine Guillermo Del Toro'nun canavarlı filmlerini izlerim daha iyi. Üstelik Pan'ın Labirenti süper bi film.

Birbirine deli gibi benzeyen iki artiz buldum.

Jeffrey Dean Morgan ----------Javier Bardem



Trivia

Francis Ford Coppola, gösterişçiliği başarı sanan bir hıyardır.

Steven Spielberg, başarısının çoğunu duygu sömürüsü sayesinde kazanmıştır.

Nicole Kidman, bütün filmlerinde aynı kadını canlandırmaktadır.

Tom Cruise, gıcığın tekidir.

Wednesday, October 8, 2008

it's burcu taym

merhaba ben bu blogun yeni yazarıyım. yaşım 23 falan. yaklaşık 15 tane gizli blogum var. sürekli yeni blog açmak konusunda takıntılıyım. takıntılı olduğum başka bir şey varsa o da film indirmek. konuyu bağlamak diye buna derim nesliyan. sürekli film diziyorum utorrentime. crazy. her gün yüzlerce film izliyorum. insanlarla konuşçak bişi bulamam. yazmayı seviyorum kendimden bahsederken. çoğunlukla kendimi adaptation'daki charlie kaufman'a benzetirim çünkü kel ve şişkoyum. hepinize iyi günler dilerim.

Sunday, October 5, 2008

Merakla Beklediğim Yeni Yeni Proceler

An Education (2008)
IMDB'de böyle bir filmden bahsediliyor. Ama neler olduğunu anlayamadım. Senaryosunu Nick Hornby yazmış. Başrollerde de Emma Thompson, Rosamund Pike, Peter Sarsgaard, Sally Hawkins, Alfred Molina görüküyor. İzleyebilirsek sevecekmişim gibi bir his var içimde.
http://www.imdb.com/title/tt1174732/

The Imaginarium of Doctor Parnassus(2009)
Terry Gilliam'ın yeni filmi ve Heath Ledger'ın da son. Heath Ledger'ın ölümü nedeniyle yarıda kalan film, Ledger'ın oynadığı Tony karakterinin Johnny Depp, Colin Farrell ve Jude Law tarafından canlandırılmasıyla tamamlanacakmış. Ayrıca Johnny Depp, Colin Farrell ve Jude Law filmden kazanacakları tüm parayı Heath Ledger'ın küçük kızı Matilda'ya vereceklerini açıklamışlar. Ayrıca Doctor Parnassus'u da Christopher Plummer oynuyormuş. Bence güzel bi film olcak.

Choke(2008)
Bu da Fight Club'ın yazarı Chuck Palahniuk'un 2001 tarihli romanı Choke'tan sinemaya uyarlanıyor. Ayrıca sevdiğim en az 3 oyuncunun olması filmi izlememe yetiyor. Sam Rockwell, Kelly MacDonald ve Anjelica Huston. Bi de afişi güzelmiş.





P.S. Bu arada Colin Farrell'ı şimdiye kadar önemsememiş hatta sevmemiş biri olarak In Bruges filmini izledikten sonra kendisi hakkındaki bütün fikirlerim değişti. In Bruges, güzel bir film ve Colin Farrell'ın canlandırdığı karakter de biraz fazla sempatik. Ayrıca bu filmde tuhaf bir şekilde 3 Harry Potter karakteri bir arada: Ralph Fiennes (Lord Voldemort), Brendan Gleeson (Mad Eye Moody) ve Clemence Poecy(Fleur Delacour). Saçma bir ayrıntı olarak bilgilerinize sunarım.

Secretary

Bu filmi sevmemin 3 sebebi:

1) James Spader ve baygın bakışları


2) Maggie Gyllenhaal'ın şirin ve doğal tavırları


3) Hikayesi aslında senaryosu. Küçük ayrıntılar ve iyi bir mizah anlayışı sayesinde, teoride garip ve nahoş görünen bir hikayeyi kolay izlenebilir hale getirmişler. Ayrıca dünya üzerinde kaç çift bu kadar şanslı olabilir ki birbirlerine uygun olup olmadıklarını anlama konusunda.

Friday, October 3, 2008

beğendiğim artizler

bir film çekebilsem ya da bana bir casting imkanı verilmiş olsa ahan da şu artizleri seçerdim. Beğenim var bunnara karşı.



Jason Schwartzman



Simon Woods



Melanie Lynskey


Alessandro Nivola



Rachel Weisz


Kelly MacDonald

Thursday, October 2, 2008

Before Sunrise? Before Sunset?



İdeal ve sonsuz aşkın mümkünatsızlığını anlatıyorlar ki, bu doğru.

Wednesday, October 1, 2008

my own private imdb craziness

Uyuyamıyorum. Filmler, yönetmenler, oyuncular, trivia bilgiler, tarihler, soundtrack albümleri... IMDB tarafından esir alındım.
Bir Oğuz Atay karakterine ya da Öldüren Cazibe'deki Glenn Close'a dönüşmeden önce tutunabileceğim son şeye tutundum. Film izliyorum.




1. But I'm a Cheerleader


Eşcinsellik hakkında hafif ama bayağılığa kaçmayan eğlencelik bir film izlemek isterim diyenlere göre.

Başroldeki hanımkızımız Natasha Lyonne, Rufus Wainwright'ın "Want One" albümündeki Natasha isimli şarkının esin kaynağıymış. Ayrıca, Natasha'nın babası rolündeki Bud Court, Harold and Maude'un Harold'ı. Tanıyabilene aşkolsun!




2. My Blueberry Nights

Daha önce Wong Kar Wai'nin "Chungking Express" filmini izleyip beğenmiş bir insansanız, bu filmi izlemek size bişey kazandırmayabilir, kaybettirmeyebilir de... Yeni bişey yok anlayacağınız.

Ama şayet bu filmi izleyip beğendiyseniz, "Chungking Express"in izlenmediği her dakika büyük bir kayıptır zannımca.






3. The Sound of Music

Her hali ve tavrıylan dalga geçilmeye müsait bir klasik. Moulin Rouge!'da Ewan McGregor "The hills are alive with the sound of music!" diye yırtınırken gülmemek kimin elinde? Ama seviyorum, bu da benim elimde değil. Suratımdaki aptal sırıtmayla izliyorum bu filmi teee ki; işin içine Nazilerin ve savaşın girdiği bölüme dek, o kısımlar gereksiz bence. Bu arada Julie Andrews'ün dün 73. yaşgünüymüş. Ben de filmi dün izledim. Johnny Bravo olsa şöyle derdi: rastlantısal!





4. Dirty Pretty Things


Eh bu film de fena değildi. Audrey Tautou, bir Türk kızı olarak yeterince inandırıcı olamamış. Ama izleyicilerin çoğunu filme çeken de Audrey Tautou afişten de görüleceği üzere.
Stephen Frears'ın en güzel filmi olmasa da izlemeye değer.

Bu filmde yan karakterlerden biri olan Guo Yi şöyle der: "...good at chess usually means bad at life."
Ya ikisinde de kötüysem.
O zaman film izlerim.