Tuesday, October 28, 2008
Play for Today
Sunday, October 19, 2008
kendimi kontrol edemiyorum
Günün Tespiti
Saturday, October 18, 2008
Fright Night (Komşum Bir Vampir)
Ben vampirleri, F.W. Murnau, Werner Herzog ya da Coppola filmlerinden ya da Bram Stoker'ın kitabından tanımadım. Benim ilk tanıdığım vampir, küçükken izlediğim, Star TV'de "Komşum Bir Vampir" adıyla yayınlanan ahan da bu 1985 yapımı film Fright Night'ta oynayan 80'ler tarzı iğrenç kazaklar giyen, kırmızı atkı takan ve Chris Sarandon'ın canlandırdığı Jerry Dandrige karakteridir.
Vampirler hakkında bildiğim herşeyi bu filmden öğrendim. Davet edilmedikleri sürece bir eve giremeyeceklerini, defedilmeleri için haç, sarmısak ya da kutsal su gerektiğini ancak bunları kullanmak için işe yarayacaklarına inanmak gerektiğini, vampirlerin aynada yansımaları olmadığını, onları öldürmek için gerekli iki şeyi, yani kalplerine tahta bir kazık saplamak ya da güneş ışığına maruz kalmalarını sağlamak falan filan...
Uzun bir süre bu kadar karizmatik bu kadar vampir ve bu kadar Chris Sarandon bir komşumuz olsa tereddüt etmeden boynumu ısırmasına izin vereceğimi düşünmüştüm o zamanlar. İnsan zamanla beklentilerini düşürmeyi öğreniyor. Chris Sarandon olmasa da olur, vampir de olmasın tamam karizmatik te olmasın...
Dün akşam bu filmi yeniden izledim. Chris Sarandon'ı çirkin, oyunculukları abartılı ve kötü, olayların gidişatını saçma buldum. Ama herşeye rağmen çok 80'ler ve çok eğlenceli.
Thursday, October 16, 2008
Mark Ruffalo
aptal bir hikayecik
Çok eski zamanlarda isminin baş harfinin küçük söylenmesini isteyen bir kız varmış. Soğuk bir kış günü doğmuş. Ailesi, başlarına gelen çok üzücü bir olayın ertesinde onu dünyaya getirmeye karar vermiş. Böylece yaşadıklarını unutabileceklerini ve onun çocuk kahkahalarıyla neşelenebileceklerini düşünmüşler. Gelgör ki küçük kız öyle çok ta neşeli bir şey değilmiş hatta biraz mızmız olduğu bile söylenebilirmiş. Ancak tuhaf bir şey olmuş. Birdenbire değil zamanla… Dünyaya getirilişindeki bu “neşe kaynağı olma” amacı yavaş yavaş kızın bilincaltına yerleşmiş ve bir tür görev bilincine dönüşmüş. Ama bu mızmız kızın insanları neşelendirecek enerjisi yokmuş ki. O da elinden gelen tek şeyi yapmış: itaatkar olmuş ve hiç kimseyi kırmamış. Sonra biraz daha ileriye gitmiş ve ters giden her şey için kendi kendini suçlamaya başlamış ve üzerinde bir tür lanet olduğuna inanmış. İşte böylece bütün enerjisi bitmiş ve bir daha hiç evinden çıkmamış.
Tuesday, October 14, 2008
Sunday, October 12, 2008
müziği kalbinin içinin derinliklerinde hisset
august rush izlemeye karar verdim bu gece.
jared leto Şişko: Chapter 27
Amerikan Komedi Piyasası
Jerry Lewis, Gene Wilder, Woody Allen, Harold Ramis, Andy Kaufman, Christopher Guest, Billy Crystal, Albert Brooks, Jerry Seinfeld, Ben Stiller, Rob Schneider, Adam Sandler, Jack Black (ana tarafından), Zach Braff, Judd Apatow, Seth Rogen, Jonah Hill.
Eminim unuttuğum ya da tanımadığım daha pek çok isim vardır. Bu insanların iyi komedi yapabilmeleri ve dinleri arasındaki bağlantıyı ( kaldı ki böyle bir bağlantı varsa bile) açıklayacak bilgiye sahip değilim açıkçası. Benimkisi yalnızca bir tespit.
Neyse bu konuyu geçiyorum. Bahsetmek istediğim bişiy daha var. Son 3-4 yıldır izlediğimiz iyi ama gerçekten iyi olan komedi filmlerinin hepsinin arkasında aynı isim var: Judd Apatow. Adam bi kere Freaks and Geeks dizisinin yaratıcılarından. "The 40 Year Old Virgin" ve "Knocked Up"ın yönetmeni ve de yazarı ayrıca "The Cable Guy"ın yapımcısı, "Fun with Dick and Jane"in senaryo yazarı, "Superbad", "Walk Hard: The Dewey Cox Story", "Drillbit Taylor", "Forgetting Sarah Marshall", "You Don't Mess with The Zohan", "Step Brothers", "Pineapple Express"'in yapımcısı, bunlardan Dewey Cox, Zohan ve Pineapple Express'in aynı zamanda yazarı. Steve Carrell, Will Ferrel, Jim Carrey, Adam Sandler gibi kendini kanıtlamış komedyenlerle çalışıyor olmasının yanı sıra, komedi dünyasını yeni ve gelecek vaadeden isimlerle tanıştırıyor. Bunlardan bi tanesi Seth Rogen. Knocked Up'ın baş rol oyuncusu, Superbad ve Drillbit Taylor'ın yazarlarından ayrıca bütün Apatow filmlerine kıyısından köşesinden bir şekilde bulaşıyor. Ondan sonracığıma Jason Segel var. Aslında kendisini önceden "How I Met Your Mother" dizisinden tanıyorduk ama asıl önemli çıkışını, yazdığı ve başrolünde oynadığı "Forgetting Sarah Marshall" ilen yaptı. Bu arada Jason Segel de Yahudi asıllı. Son olarak bir de Jonah Hill var. Bu adam da Apatow'un bütün filmlerinde ve abartmış olur muyum bilmiyorum ama son 4 yıldır izlediğim bütün komedi filmlerinde oynamış.
Knocked Up, Forgetting Sarah Marshall gibi filmlerde bildiğimiz romantik komedi konularını alıp bööle erkek bakış açısından anlatıyorlar ve böylece sanki (daha önce izlemiş olduğumuz romantik komedilerden) hem bildiğimiz hem de hiç bilmediğimiz komik durumlar çıkıyor ortaya. Freaks and Geeks, Superbad, Drillbit Taylor gibi filmler de başrollerinde ezik karakterlerin olduğu 80'lerdeki John Hughes filmlerinin (The Breakfast Club, Pretty in Pink) 2000'lerdeki karşılığı gibi bişiy.
Off sıkıldım yazmaktan, işte durum böyle. İyi ki ortaya çıkmış bu Judd Apatow ve tayfası diyorum da başka bişey demiyorum.
Bir de son olarak Apatow'un filmlerinde oynayan şu 3 insan sanki aynı insanın üç farklı zaman dilimindeki hali ama aynı zaman diliminde var olmuşlar gibi saçma bişiy.
Troy Gentile
Jonah Hill
Seth Rogen
Thursday, October 9, 2008
Ordan Burdan
Röportajda Guillermo Del Toro'nun sürekli canavarlı , yaratıklı filmler çekmesinden filan bahsediliyordu, O'nun söylediği şey de şöyle: "But as an adult I identify with them because I think they also represent the fact that I believe our defects are what make us special, not our qualities." türkçesi; "Bir yetişkin olarak kendimi canavarlarla özdeşleştirebilmemin nedeni, bizi özel yapan şeyin meziyetlerimiz değil kusurlarımız olduğuna inanmamdır." O yüzden mükemmel insanların anlatıldığı yapmacık filmlere gıcık oluyorum. Onların yerine Guillermo Del Toro'nun canavarlı filmlerini izlerim daha iyi. Üstelik Pan'ın Labirenti süper bi film.
Birbirine deli gibi benzeyen iki artiz buldum.
Jeffrey Dean Morgan ----------Javier Bardem
Francis Ford Coppola, gösterişçiliği başarı sanan bir hıyardır.
Steven Spielberg, başarısının çoğunu duygu sömürüsü sayesinde kazanmıştır.
Nicole Kidman, bütün filmlerinde aynı kadını canlandırmaktadır.
Tom Cruise, gıcığın tekidir.
Wednesday, October 8, 2008
it's burcu taym
Sunday, October 5, 2008
Merakla Beklediğim Yeni Yeni Proceler
IMDB'de böyle bir filmden bahsediliyor. Ama neler olduğunu anlayamadım. Senaryosunu Nick Hornby yazmış. Başrollerde de Emma Thompson, Rosamund Pike, Peter Sarsgaard, Sally Hawkins, Alfred Molina görüküyor. İzleyebilirsek sevecekmişim gibi bir his var içimde.
http://www.imdb.com/title/tt1174732/
The Imaginarium of Doctor Parnassus(2009)
Terry Gilliam'ın yeni filmi ve Heath Ledger'ın da son. Heath Ledger'ın ölümü nedeniyle yarıda kalan film, Ledger'ın oynadığı Tony karakterinin Johnny Depp, Colin Farrell ve Jude Law tarafından canlandırılmasıyla tamamlanacakmış. Ayrıca Johnny Depp, Colin Farrell ve Jude Law filmden kazanacakları tüm parayı Heath Ledger'ın küçük kızı Matilda'ya vereceklerini açıklamışlar. Ayrıca Doctor Parnassus'u da Christopher Plummer oynuyormuş. Bence güzel bi film olcak.
Choke(2008)
Bu da Fight Club'ın yazarı Chuck Palahniuk'un 2001 tarihli romanı Choke'tan sinemaya uyarlanıyor. Ayrıca sevdiğim en az 3 oyuncunun olması filmi izlememe yetiyor. Sam Rockwell, Kelly MacDonald ve Anjelica Huston. Bi de afişi güzelmiş.
P.S. Bu arada Colin Farrell'ı şimdiye kadar önemsememiş hatta sevmemiş biri olarak In Bruges filmini izledikten sonra kendisi hakkındaki bütün fikirlerim değişti. In Bruges, güzel bir film ve Colin Farrell'ın canlandırdığı karakter de biraz fazla sempatik. Ayrıca bu filmde tuhaf bir şekilde 3 Harry Potter karakteri bir arada: Ralph Fiennes (Lord Voldemort), Brendan Gleeson (Mad Eye Moody) ve Clemence Poecy(Fleur Delacour). Saçma bir ayrıntı olarak bilgilerinize sunarım.
Secretary
1) James Spader ve baygın bakışları
2) Maggie Gyllenhaal'ın şirin ve doğal tavırları
3) Hikayesi aslında senaryosu. Küçük ayrıntılar ve iyi bir mizah anlayışı sayesinde, teoride garip ve nahoş görünen bir hikayeyi kolay izlenebilir hale getirmişler. Ayrıca dünya üzerinde kaç çift bu kadar şanslı olabilir ki birbirlerine uygun olup olmadıklarını anlama konusunda.
Friday, October 3, 2008
beğendiğim artizler
Thursday, October 2, 2008
Wednesday, October 1, 2008
my own private imdb craziness
Bir Oğuz Atay karakterine ya da Öldüren Cazibe'deki Glenn Close'a dönüşmeden önce tutunabileceğim son şeye tutundum. Film izliyorum.
1. But I'm a Cheerleader
Eşcinsellik hakkında hafif ama bayağılığa kaçmayan eğlencelik bir film izlemek isterim diyenlere göre.
Başroldeki hanımkızımız Natasha Lyonne, Rufus Wainwright'ın "Want One" albümündeki Natasha isimli şarkının esin kaynağıymış. Ayrıca, Natasha'nın babası rolündeki Bud Court, Harold and Maude'un Harold'ı. Tanıyabilene aşkolsun!
2. My Blueberry Nights
Daha önce Wong Kar Wai'nin "Chungking Express" filmini izleyip beğenmiş bir insansanız, bu filmi izlemek size bişey kazandırmayabilir, kaybettirmeyebilir de... Yeni bişey yok anlayacağınız.
Ama şayet bu filmi izleyip beğendiyseniz, "Chungking Express"in izlenmediği her dakika büyük bir kayıptır zannımca.
3. The Sound of Music
Her hali ve tavrıylan dalga geçilmeye müsait bir klasik. Moulin Rouge!'da Ewan McGregor "The hills are alive with the sound of music!" diye yırtınırken gülmemek kimin elinde? Ama seviyorum, bu da benim elimde değil. Suratımdaki aptal sırıtmayla izliyorum bu filmi teee ki; işin içine Nazilerin ve savaşın girdiği bölüme dek, o kısımlar gereksiz bence. Bu arada Julie Andrews'ün dün 73. yaşgünüymüş. Ben de filmi dün izledim. Johnny Bravo olsa şöyle derdi: rastlantısal!
4. Dirty Pretty Things
Eh bu film de fena değildi. Audrey Tautou, bir Türk kızı olarak yeterince inandırıcı olamamış. Ama izleyicilerin çoğunu filme çeken de Audrey Tautou afişten de görüleceği üzere.
Stephen Frears'ın en güzel filmi olmasa da izlemeye değer.
Bu filmde yan karakterlerden biri olan Guo Yi şöyle der: "...good at chess usually means bad at life."
Ya ikisinde de kötüysem.
O zaman film izlerim.