Thursday, December 11, 2008

john watersa göre yılın en iyi filmleri

john waters'a göre 2008'in en iyi filmleri bunlarmış:

1 Vicky Cristina Barcelona (Woody Allen)/Love Songs (Christophe Honoré)
2 Mister Lonely (Harmony Korine)
3 Savage Grace (Tom Kalin)
4 Man on Wire (James Marsh)
5 The Last Mistress (Catherine Breillat)
6 My Winnipeg (Guy Maddin)
7 The Wrestler (Darren Aronofsky)
8 Taxi to the Dark Side (Alex Gibney)
9 Milk (Gus Van Sant)
10 Cassandra’s Dream (Woody Allen)



sene bitiyo millet yılın enlerini seçme yarışında. ee bakalım nesliyan peki sana göre yılın en iyi filmleri hangisiydi aceba? (cevap vermesen de olur)

ben vicky yi indirdim ama scarlet johansson'ı izlemek istemedi canım sildim. amerikanın aysun kayacısı. mister lonely, savage grace, my winnipeg var ama izlemedim yine. canım sıkılıyor daha yeni uyandım. pff..

Wednesday, December 10, 2008

the only thing that scares me is keyser soze

christopher nolan, son filmi the dark knight iş yapsın diye filmdeki en önemli karakter olan jokeri oynayan heath ledger'ı öldürtmüş olmasın. az önce makarna yerken aklıma geldi valla.

Tuesday, December 9, 2008

birbirine benzeyen ünlüler

ben bi tane daha buldum.


michelle monaghan-----marcia gay harden

Monday, December 8, 2008

birbirine benzeyen ünlüler

nesliyan! tam sana göre bir site buldum. totallylookslike.com
john waters Totally Looks Like steve buscemi



Bill Murray Totally Looks Like James Belushi
James McAvoy Totally Looks Like Shia LaBeouf

Beethoven Totally Looks Like Sweeney Toddpope benedict xvi look alike photo

Thursday, December 4, 2008

Paris...



1. Çok sıkıldım
2. Yerim çok dar
3. Senden çook var

Ben uyuz ve kendini komik sanan bir film eleştirmeni olmak istiyorum bazı zamanlar.
Paris ve sıradan sıkıcı insanlarının anlatıldığı kaçıncı paris filmi ben sayamiyorum artıkın. Belki az vardir ama bana yetti burama geldi. Ayşegül arkadaşımın dediği gibi bu adamlar kendilerini ve başkentlerini o kadar çok seviyorlar ve narsistler ki (fransızlar) afedersiniz kakamı yapsam paris sokaklarında muhteşem bir film olur gözüyle film çekiyolar diye düşünüyoruz aramızda. Bir saniye, turist sayılarında düşme varmış o yüzden sürekli Paris filmi çekiyorlarmış son öğrendiğim gelişmelere göre. Filme gelirsek, Paris filmi deyince klişeler olmadan olmaz. Klişe kelimesi de atıyorum fransızcadan gelmiyor mu sahi.(kötü espiriler vol.1). birbirleriyle film süresince hayatlari kesişen insanlarin birbirlerinden bağımsız yapay hikayeleri (kim buldu bu janri, paramparca asklar ve kopekler'in sevilmesi ve başarısı geliyor aklıma en çok suçlanacak) bir klişe. Orta yasli azgın ama bir yandan suçluluk duygusuyla (erkeklerin orta yaş krizi, pis sübyancı eğilimleri) karisik genç ve güzel bir kiza olan ilgisi, adam bir de üniversitede profesörse klişenin daniskasi. (filmde profesor- ögrenci iliskisinin klise oldugunu söylemekle komik olunmaz.) bu tip janrin olmazsa olmazı aralarinda birisinin ölmesidir. ama bu kadar ben ölüyorum şimdii izleyin diye gösterip ölünmez. (bir gün/bir saat önce mutludur bir gün/bir saat sonra aniden ölüverir - şok olduk heyyo.) ayrica bu filme özel manasız ve bitmek bilmeyen dans sahneleri. bitmek bilmeyen düşünceli bakislar. hande yener'in sevgilisine benzeyen bir tip. Ailesi işi ya da eski ilişkilerinden dolayı erkeklere kapalı geçici-firijit, yeni-seksi orta yaşlı kadın profili. juliette binoche soyunurken üzüldüm bu kadar kötü bir filmde sevişeceği için utandım, bakamadım yüzüne.

Son dönemde çekilen fransiz ve italyan (arada bu da kaynadı) filmlerine kota koydum kendimce. madem bu kadar fransız düşmanısın niye izledin diyemiycek kimse. deseniz de haklısınız zaten. ıssız adam'a da gıcık oldum. ben sevilmeyi haketmiyorum bu toplumda.

Sunday, November 30, 2008

in bruges


Komik ve garip. The Game'in yönetmeniymiş, filmi izledikten sonra ögrenince cok mantikli geldi, o filmden sonra hissettiklerime benzer bisiyler hissettim gercekten de. Biraz tarantino'nun birbirini vuran komedyen/ şapşal adamli filmleri gibi ama sırf bok atmak için bu şekilde eleştiremem (çünkü adam vurmak komik ya da cool değil boktan bir sey sadece), o genreye göre daha güzel çünkü Bruges dedikleri yer çok güzel geldi gözüme (göz boyama mı bu), bir gün gidip gezmek nasip olur inşallah. Filmi ve Colin farrell'i sevdim, evet. Belki de bu tip filmlerin anlamsizligiyla dalga gecmek istemis yönetmen, bilmiyorum. boyband bakisli colin farrell'i sevdiğime inanamiyorum.

Don't Look Now göndermeleri ise anlamayacağım bir konu zira filmi izlemedim ama duruyor bir yerlerde izliycem.

Monday, November 24, 2008

gereksiz derecede magazinel bir tespit

Beğendiğimiz, yakışıklı ve/veya başarılı bulduğumuz aktörlerin bir çoğu yanlarında sönük kalan hatta bazıları çirkin diye tabir edilebilen bayanlarla evliler sanki. Ben neden bir holivud starıylan evlenmiim o zaman :P


Ewan McGregor - Eve Mavrakis


James McAvoy- Anne Marie Duff


Clive Owen - Sarah Jane Fenton


Hugh Jackman - Deborra Lee Furness


Christian Bale - Sibi Blazic


Simon Pegg - Maureen McCann

Thursday, November 13, 2008

ransom üzerinden aksiyon filmleri adina bir güzelleme



Filmin basinda emaille yolluyo kaciran adamlar oglunun görüntülerini. ben olsam ipden buldurturum olayi da çözerim. Film baştan kaybetti banane.

Bu tip filmleri sevmiyorum bana göre hiçbir anlami yok çünkü hiçbisi anlamiyorum. isin içine aksiyon fbi entrikalar planlar fln girince olaylar iliskiler ne kadar karisiksa o kadar sıkılıyorum yorum kabul ediyorum ki genius degilim film izlerken yüz kere yanimdakilere sorarim o kimdi bu kimdi. çok umrumda oldugundan diil oturup böle filmlere kafami verip olaylarin akisini takip etmeye calisarak güzel kafami yormak istemedigim icin ve izlemek zorundaysam sIkIldIgIm icin sorarim iste. siradan bir kizim nerden anlicam suc dünyasinin karmasik (ne bokuna karmasik yapiyolarsa sonucta herseyi para icin yapiyolar) dejenere olmus sen onu öldür ben sunu vurayim. arada biri trick mrick yapsin sonunda katil basroldeki adam felan ciksin vaay ne süper senaryo felan diyeyim.. benim bir hayatim var tanri askina dostum.

pek yok aslında. ama yine de bu filmi oturup sonuna kadar izlemeye tecih ederim.

Sunday, November 9, 2008

Acıların Çocuğu: Jamie Bell



Jamie Bell'i ilk olarak Billy Elliot olarak tanımıştık. Hem oyunculuğu hem dans kabiliyeti hem de yeğenime benzemesi nedeniylen kendisini çok sevmiştim. İnsanda böyle bir himayesine alma, besleme, büyütme isteği uyandırıyordu. En azından ben böyle hissetmiştim. Tek değilmişim.

Şöyle ki: Jamie, 1986 yılında İngiltere'de doğmuş. Annesi ve kızkardeşleri tarafından büyütülmüş ve babasını hiç tanımamış. 2000 yılında Billy Elliot'ın yönetmeni Stephen Daldry'yle tanışmışlar. Bir süre sonra Stephen Daldry, Jamie Bell'i gayrı-resmi olarak evlat edindiğini açıklamış. Demek ki filmde canlandırdığı karakterden kaynaklanmıyo, çocuk gerçek hayatta da insanda böyle hisler uyandırıyormuş.



Sonra aradan yıllar geçti, Jamie, koca delikanlı oldu. Ama Billy Elliot filmindeki gibi yağız, yakışuhlu bir delikanlı, bir kuğu olamadı. Biraz tıfıl kaldı, biraz çirkinleşti ama sevimli bir havası var. Yüzünde de hala o acıların çocuğu ifadesi. Bu nedenle olsa gerek, bütün filmlerinde ya yetim, ya öksüz ya da anne-babası tarafından ihmal edilen sorunlu çocuğu oynuyor. İzleyin göreceksiniz: Billy Elliot, Nicholas Nickleby,The Chumscrubber, Dear Wendy, Hallam Foe...

İzlediğim zaman hala himayeme alıp koruma isteği uyandırıyor bende. Dileğim, bir an önce bu imajdan kurtulması. İyi bir oyuncu ve dansçı olarak müzikallerde ve Hallam Foe gibi nice güzel bağımsız filmlerde rol alması. Selamlar...

Thursday, November 6, 2008

Tuesday, November 4, 2008

fever pitch

lanet olasi romantik komediler. böyle filmleri izliyip filmin sonunda siritmayi seviyorum ama 3 dakika sonra kendi hayatıma döneceğim; yani daha sıkıcı ve yapmaktan mutlu olmıcağım rutin seylerle ugrasmaya devam ediceğim duygusuyla canım sıkılıyor. filme dönersek, afis çok boktan ve alakasiz, sanki film seks ve futbolla ilgiliymis gibi. hayir, film futbol, bencil sorumsuz daginik cocuksu erkek karakter ve ona zit futbolla ilgisiz düzenli akilli ama biraz sıkıcı kadin karakter üzerine kurulan, niye bunlarin beraber olduguna anlam verilemeyen ama oldugu gibi kabul edilen, biraz tatli sert bi filmdi. colin firth tatli bi adam bunu anlayabiliyoruz ne kadar hıyar da olsa cogu zaman, cocukca bir sapsalligi var. filmin sonundaki maçın akibetinden bi haber oldugum icin ben bile heyecanla bekledim macin sonucunu ve arsenal kazaninca heyecanlandim annem yan kanepede esra ceyhan izlemeseydi "yes!" fln gibi komik tepkiler gösterebilirdim. halbuki 15 dakka önce its only a game lan, diyodum ben de (bazen lan derim içimden). gercekten o maç sirasinda bisiler oldu filmde söylendigi gibi. güzel film ama amerikan beyzbol versiyonu ya da türkiş ask tutulmasi versiyonlari izlenmez.



bu afişteki tipler oynamıyor bile filmde.

Monday, November 3, 2008

no italyano (Un Giorno Perfetto)



Vurucu olmaya calisan, artik klise olmus ironik ve rastlantisal anlatimlari kullanmasindan dolayli hic beyenmedigim, duygu sömürüsü boyutunda bir drama. İtalyan filmlerine karsi önyargili olmamin sebepleri var işte. Bundan sonrasi spoiler: film kötüydü sonuna daha cok gicik oldum. filmin tek güzel karakteri olan cocugu öldürmeseydin bari pis yönetmen. Gözlerim doldu çok üzüldüm. Ne suçu var o dünya tatlisi cocugun bari minicik kanli ellerini gösterme. Böyle kötü yönetmenlik olmaz olsun. Haneke bile yapmaz bunu.

Sunday, November 2, 2008

----

Trivia----devam

4)Daniel Craig aslen Karadenizlidir.

kehanet

bu iki ingiliz bikaç yıla kadar herkesin peşinde koşturduğu çok ünlü aktirisler olcaklar. neslihan demişti dersiniz.


emily blunt


kelly reilly

Tuesday, October 28, 2008

Play for Today

bu isimde çok sevdiğim bir The Cure şarkısının olmasının yanısıra bi de ingiliş dizisi var. hulan hangi ingiliz yönetmenin filmografisine baksam illa bu dizi var. maşalla hepsi yönetmiş birer ikişer bölüm. merak ettim. ingiliş olsak muhakkak tvde izlemiş olurduk heralde.

Sunday, October 19, 2008

kendimi kontrol edemiyorum

benzetiyorum.


amy adams---------------------isla fisher


zach braff---------------------------dax shepard


juliet stevenson------------------frances mcdormand



justin long---------------tim allen


vincent d'onofrio------------vince vaughn

Günün Tespiti



Şimdiye kadar 3 tane Wong Kar-Wai filmi izledim ve üçünü de izledikten sonra çok acıktım. Chungking Express, In the Mood For Love ve My Blueberry Nights. Üçünde de insanlar sürekli bişeyler yiyolar, genellikle de film boyunca aynı şeyi yiyorlar. Tespitim şu: Bence Wong Kar-Wai filmlerinde yemeğin çok önemli bir rolü var. Chungking Express'te sürekli "Şefin Salatası", In the Mood for Love'da erişte ve My Blueberry Nights'ta da "blueberry pie" yiyorlardı. Şimdi bile acıktım bak.

Saturday, October 18, 2008

Fright Night (Komşum Bir Vampir)



Ben vampirleri, F.W. Murnau, Werner Herzog ya da Coppola filmlerinden ya da Bram Stoker'ın kitabından tanımadım. Benim ilk tanıdığım vampir, küçükken izlediğim, Star TV'de "Komşum Bir Vampir" adıyla yayınlanan ahan da bu 1985 yapımı film Fright Night'ta oynayan 80'ler tarzı iğrenç kazaklar giyen, kırmızı atkı takan ve Chris Sarandon'ın canlandırdığı Jerry Dandrige karakteridir.



Vampirler hakkında bildiğim herşeyi bu filmden öğrendim. Davet edilmedikleri sürece bir eve giremeyeceklerini, defedilmeleri için haç, sarmısak ya da kutsal su gerektiğini ancak bunları kullanmak için işe yarayacaklarına inanmak gerektiğini, vampirlerin aynada yansımaları olmadığını, onları öldürmek için gerekli iki şeyi, yani kalplerine tahta bir kazık saplamak ya da güneş ışığına maruz kalmalarını sağlamak falan filan...
Uzun bir süre bu kadar karizmatik bu kadar vampir ve bu kadar Chris Sarandon bir komşumuz olsa tereddüt etmeden boynumu ısırmasına izin vereceğimi düşünmüştüm o zamanlar. İnsan zamanla beklentilerini düşürmeyi öğreniyor. Chris Sarandon olmasa da olur, vampir de olmasın tamam karizmatik te olmasın...

Dün akşam bu filmi yeniden izledim. Chris Sarandon'ı çirkin, oyunculukları abartılı ve kötü, olayların gidişatını saçma buldum. Ama herşeye rağmen çok 80'ler ve çok eğlenceli.

Thursday, October 16, 2008

Mark Ruffalo



bu aralar mark ruffalo'yu beğenmek istiyorum. sevimli biri. sakin, kendinden emin, mütevazi bir tavrı ve mırıl mırıl, peltek bir konuşması var. rol yapmak için fazla bir çaba sarfetmiyor sanki. öylece duruyor, ufak bikaç hareket. insana güven veriyor.

aptal bir hikayecik

Çok eski zamanlarda isminin baş harfinin küçük söylenmesini isteyen bir kız varmış. Soğuk bir kış günü doğmuş. Ailesi, başlarına gelen çok üzücü bir olayın ertesinde onu dünyaya getirmeye karar vermiş. Böylece yaşadıklarını unutabileceklerini ve onun çocuk kahkahalarıyla neşelenebileceklerini düşünmüşler. Gelgör ki küçük kız öyle çok ta neşeli bir şey değilmiş hatta biraz mızmız olduğu bile söylenebilirmiş. Ancak tuhaf bir şey olmuş. Birdenbire değil zamanla… Dünyaya getirilişindeki bu “neşe kaynağı olma” amacı yavaş yavaş kızın bilincaltına yerleşmiş ve bir tür görev bilincine dönüşmüş. Ama bu mızmız kızın insanları neşelendirecek enerjisi yokmuş ki. O da elinden gelen tek şeyi yapmış: itaatkar olmuş ve hiç kimseyi kırmamış. Sonra biraz daha ileriye gitmiş ve ters giden her şey için kendi kendini suçlamaya başlamış ve üzerinde bir tür lanet olduğuna inanmış. İşte böylece bütün enerjisi bitmiş ve bir daha hiç evinden çıkmamış.

Sunday, October 12, 2008

müziği kalbinin içinin derinliklerinde hisset


august rush izlemeye karar verdim bu gece. 

bu tip filmleri kimler yazıyor? artik insanin yazdigindan kuskulaniyorum. bilgisayar yaziyor olmali otomatik. yüklüyolar bilgisayarın veri tabanına eski tutmuş filmleri, bilgisayar şöyle ortalama seyircinin hoşuna gidecek bir formül üretiyor, sen türünü belirliyosun, melodram, birazcık peri masalı, ögeleri giriyosun arayüze, evsiz çocuklar, müziğin sihri, kavuşamayan iki aşık, robin williams, ugh. adamin One Hour Photo filmindeki rolü o kadar gerçekci geldi ki bir daha çocuk filminde görmeye dayanamiyorum. asabiyim. amerikan peri masalı melodramları artık burama geldi. kimse bana masal anlatmasın. ben masalsız büyüdüm. yatıyorum ben. iyi geceler öpsün sizi yedi cüceler.

jared leto Şişko: Chapter 27

red leto'nun şişman halini izlemek istiyoruz çok sempatik görünüyor. requiemden sonra bir daha gözüme görükme demiştim zaten dandik bir grubu ve garip vücut kasları var.

ooh mis. erkek dediğin böyle göbekli şişman olur. elinde plak, kitap taşır ve mümkünse john lennon'ı öldürür. 

lindsay lohan bile sevimli gözüküyor filmde.


hatırlatmak için biraz da eski çirkin fotoğraflarını koyalım.


kaslı erkeklere hayır. 

Amerikan Komedi Piyasası

Irk, din, milliyet filan gibi konularda ayrımcılık yapan biri gibi görünmeyi hiç istemem. Hatta milliyetçi görünmek hayatta istediğim en son şey. Ama bir tespitim var ve söylemeden edemiycem. Amerika'dan çıkmış, ünlü olmuş ve bu şöhreti ziyadesiylen hak etmiş komedyenlerin çoğunun Yahudi olduklarını fark etmiş miydiniz? Aşağıda Yahudi kökenli olduklarını bildiğim komedyenlerin bir listesi var:
Jerry Lewis, Gene Wilder, Woody Allen, Harold Ramis, Andy Kaufman, Christopher Guest, Billy Crystal, Albert Brooks, Jerry Seinfeld, Ben Stiller, Rob Schneider, Adam Sandler, Jack Black (ana tarafından), Zach Braff, Judd Apatow, Seth Rogen, Jonah Hill.

Eminim unuttuğum ya da tanımadığım daha pek çok isim vardır. Bu insanların iyi komedi yapabilmeleri ve dinleri arasındaki bağlantıyı ( kaldı ki böyle bir bağlantı varsa bile) açıklayacak bilgiye sahip değilim açıkçası. Benimkisi yalnızca bir tespit.

Neyse bu konuyu geçiyorum. Bahsetmek istediğim bişiy daha var. Son 3-4 yıldır izlediğimiz iyi ama gerçekten iyi olan komedi filmlerinin hepsinin arkasında aynı isim var: Judd Apatow. Adam bi kere Freaks and Geeks dizisinin yaratıcılarından. "The 40 Year Old Virgin" ve "Knocked Up"ın yönetmeni ve de yazarı ayrıca "The Cable Guy"ın yapımcısı, "Fun with Dick and Jane"in senaryo yazarı, "Superbad", "Walk Hard: The Dewey Cox Story", "Drillbit Taylor", "Forgetting Sarah Marshall", "You Don't Mess with The Zohan", "Step Brothers", "Pineapple Express"'in yapımcısı, bunlardan Dewey Cox, Zohan ve Pineapple Express'in aynı zamanda yazarı. Steve Carrell, Will Ferrel, Jim Carrey, Adam Sandler gibi kendini kanıtlamış komedyenlerle çalışıyor olmasının yanı sıra, komedi dünyasını yeni ve gelecek vaadeden isimlerle tanıştırıyor. Bunlardan bi tanesi Seth Rogen. Knocked Up'ın baş rol oyuncusu, Superbad ve Drillbit Taylor'ın yazarlarından ayrıca bütün Apatow filmlerine kıyısından köşesinden bir şekilde bulaşıyor. Ondan sonracığıma Jason Segel var. Aslında kendisini önceden "How I Met Your Mother" dizisinden tanıyorduk ama asıl önemli çıkışını, yazdığı ve başrolünde oynadığı "Forgetting Sarah Marshall" ilen yaptı. Bu arada Jason Segel de Yahudi asıllı. Son olarak bir de Jonah Hill var. Bu adam da Apatow'un bütün filmlerinde ve abartmış olur muyum bilmiyorum ama son 4 yıldır izlediğim bütün komedi filmlerinde oynamış.
Knocked Up, Forgetting Sarah Marshall gibi filmlerde bildiğimiz romantik komedi konularını alıp bööle erkek bakış açısından anlatıyorlar ve böylece sanki (daha önce izlemiş olduğumuz romantik komedilerden) hem bildiğimiz hem de hiç bilmediğimiz komik durumlar çıkıyor ortaya. Freaks and Geeks, Superbad, Drillbit Taylor gibi filmler de başrollerinde ezik karakterlerin olduğu 80'lerdeki John Hughes filmlerinin (The Breakfast Club, Pretty in Pink) 2000'lerdeki karşılığı gibi bişiy.
Off sıkıldım yazmaktan, işte durum böyle. İyi ki ortaya çıkmış bu Judd Apatow ve tayfası diyorum da başka bişey demiyorum.

Bir de son olarak Apatow'un filmlerinde oynayan şu 3 insan sanki aynı insanın üç farklı zaman dilimindeki hali ama aynı zaman diliminde var olmuşlar gibi saçma bişiy.

Troy Gentile


Jonah Hill


Seth Rogen

Thursday, October 9, 2008

Ordan Burdan


Bugün Guillermo Del Toro'nun doğumgünüymüş. Bi keresinde Total Film dergisinde yapılan bir röportajını okumuştum. Sorulan bir soruya o kadar tatlı cevap vermişti ki, hemen gidip Hellboy'u izleyesim geldi. Sonra 10 dakika içinde geçti bu isteğim. Ama söylediği şey gerçekten güzeldi.
Röportajda Guillermo Del Toro'nun sürekli canavarlı , yaratıklı filmler çekmesinden filan bahsediliyordu, O'nun söylediği şey de şöyle: "But as an adult I identify with them because I think they also represent the fact that I believe our defects are what make us special, not our qualities." türkçesi; "Bir yetişkin olarak kendimi canavarlarla özdeşleştirebilmemin nedeni, bizi özel yapan şeyin meziyetlerimiz değil kusurlarımız olduğuna inanmamdır." O yüzden mükemmel insanların anlatıldığı yapmacık filmlere gıcık oluyorum. Onların yerine Guillermo Del Toro'nun canavarlı filmlerini izlerim daha iyi. Üstelik Pan'ın Labirenti süper bi film.

Birbirine deli gibi benzeyen iki artiz buldum.

Jeffrey Dean Morgan ----------Javier Bardem



Trivia

Francis Ford Coppola, gösterişçiliği başarı sanan bir hıyardır.

Steven Spielberg, başarısının çoğunu duygu sömürüsü sayesinde kazanmıştır.

Nicole Kidman, bütün filmlerinde aynı kadını canlandırmaktadır.

Tom Cruise, gıcığın tekidir.